14 Aralık 2012 Cuma

..

Öğrenmek için susup dinleyeceksin. Şartlara uyacak, yeniliklere açık olacak ve en önemlisi aslında hiçbir şey bilmediğini ve hiçbir tecrüben olmadığının farkında olacaksın. Bu farkındalıkların ışığında çevrende olup bitenlere kulak vereceksin ama hiç yorum yapmayacaksın. Sana ne deniyorsa kısaca onu yapacaksın. Kendini insanların gözleri içine sokmayacaksın. Sokarsan eğer ki insanların gözü içine kendini, kör olanlarla savaşmak zorunda kalabilirsin ve körler, savaşırken kendinin değil, karşısındakinin kör olduğunu sanır. Serin ol, canlı ol, kıymet bil... Bırak her şey kendi yolunda aksın.

26 Kasım 2012 Pazartesi

İNANCIM TAM

Şu gerçek ki, istemek her şeydir. Bilmek kadar her şeydir. YalnIz, sadece istemek yetmez. Yanında aksesuarlara da ihtiyaç var. Örneğin, çalışmak-çabalamak gibi... örneğin, sahiplenmek istediğin işe inanmak, işi eline verenlere güvenmek gibi... Ve en önemlisi, karşına çıkan fırsatın ve bu fırsatla beraber hayatına girenlerin farkında olmak gibi...

Uzun yıllardan sonra tekrardan tattığım mutluluğun sarhoş eden meyvasını... nedir ki bu meyva? Sevmenin, sevilmenin yanında... hayatın yolunda gitmesi. Bir umut ışığının doğması... Tanınmak, anlaşılmak ve bilinmek... Hepsi ayrı ayrı tıpkı bir nar içindeki binlerce tanenin birbirine bakıp tatlanması, ışıldaması ve iştah kabartmak için yarışması gibi... büsbütün bir hâl almak kendi başına...

Gündüzün uzun ve ıstıraplı saatleri sonunda akşam olunca, bütün hin gözleri boylu boyunca bir yorgunluk sarıyor... Bu sarsıntıyı kendimde göremiyorum. Gözlerim hin olmadığından değil, başka bir vaziyetin ruhumun mevcudiyeti üstünde hüküm sürdüğünden olsa gerek... nedir ki bu mevcudiyet? Ah, kişioğlu için bazı şeyler vardır, ahlâkî değerler ya da geçim dertleri gibi, bunlar asırlardır en büyük değerleri, en büyük kutsaliyetleri şekillendirmiştir... İnanıyorum ki bu muazzam his, bütün gençliğimi tesbih gibi sallayan boşluğu dolduran varlık, düpedüz bir umut hüzmesidir. Ben bu hüzmeyi gördüm, bildim, yakaladım, ışığında duruldum...

Belki, yazıklar olsun bana demeliyim ama içimden gelmiyor. Biliyorum, kendimi tanıyorum... İçimde koca bir volkan var, onun külleriyle belki şu an yazıyorum bu yazıyı... Ama onun patlamasını da istiyorum bir yandan... Eğer ki patlarsa ortaya bir şiir çıkacak... Kocaman bir şiir çıkacak ortaya... Buna inanıyorum... Bu doğum sancısını her geçen saniye erteliyorum, aklımın en karanlık yerine; yaşantıma, gerçeğime en uzak yerine atıyorum... Unutmaya çalışıyorum... v.s...

Sanırım Allâh, yüzüme gülüyor... her şey bundan sonra çok daha iyi olacak... İNANCIM TAM!

31 Ekim 2012 Çarşamba

ORTADAKİ GÖRÜNMEZ

Bu gün, 31 Ekim 2012
     Sabah kalktım, erkenden. Giyindim, kravatımı bağladım, ceketimi giydim, aynaya bakıp saçlarımı elimle düzelttim, kahvaltı edip dışarı çıktım. Asansörün aynasından kendime baktım. Aslında yakışıklıyım dedim fakat, içimde alevlenen boşluğun sahibi işsizlik... bütün güzelliğin içini boşalttı ve ellerimden kayıp gitti kendime olan inancım.
     Ben, inançsız da yaşarım dedim kendi kendime. Yaşarım da, ne olacak ki, güzelliğime inanmasam yani, ne kaybolur vücudumdan, ne çoğalır ceplerimde... hiç! Aslında inanıp inanmamam koca bir hiçlikle bağlantılı. Bunu anladım, kavradım. Tüm mesele, her sabah tatlı uykusundan uyanıp işine giden binlerce insanla yaşamak bahsinde aramda nasıl bir fark olduğuydu. Bunu da anladım, kavradım. Bende eksik olan, inanmak ya da inanmamak değildi; işte şu an düşünüyorum ve yazıyorum: Eksiğim yok, sadece usanç fazlam var. Her şeyden çok yorgunum. Çalışmaktan, işten, güçten, ya da en basit ifadeyle yaşamaktan, umut etmekten, gelecek için temeller atmaktan, atmayı istemekten, çok...
     Keşke diğer insanlar gibi hâlâ süprizlere, dostluğa, yaşamaya, yetinmeye, iman etmeye, aşka, sevgiye, değer verebiliyor olsaydım. Olduğum yerden memnun değilim bu yüzden. Bu memnuniyetsizliğimden de memnun değilim. Hani, nereye gitsem, ne yapmak istesem, durup bir sigara yaksam, oturup bir yerde iki mısra bir şey karalayacak olsam, düşünebilme hâlimden, fikirlerimden, görüş açılarımdan, değerlerim ve değerlendirmelerimden, bütün kalıplarımdan, usanmışım. Keşke, diğer insanlar gibi olsaydım... keşke, gördüğüm, işittiğim her şey bir karikatür gibi görünmeseydi gözüme. Örneğin, bir insan bana bir şeyler söylüyor, o konuşurken yüzüne bakıyorum, söylediklerindeki farkındalığı yaşıyorum, öyle boş ve faydasız ki, karşımda bir robot var yalnızca... bir şeylere endekslenmiş, bir şeylerin varlığı ile kendinden geçmiş, bir şeylere köle, mecbur olan robotlar var karşımda...
     Peki, ben neyim bu robotlara göre? Onlar beni nasıl görüyorlar? Onların azmi, yaşamın cilvesiyle doluluğu, sefih duruşları, en düz biçimde inanışları, beni nasıl görmelerini sağlıyor?... beni, hayatın ciddiyeti altında ezilen kişiyi, hiçliğin doruklarında yüzen meczubu, bir mektep talebesi gibi her ortamda sıkılan ve sakızımsı muhabbetlerle gerilen kimseyi, nasıl görüyorlar? 
     Oysa bilseler! Ah! Bir bilseler, görseler, bir fırsatım olsa, içimde, gizli-saklı ne kadar çok, ne kadar çok heyecan var... Bunu biliyorum, çünkü ben bir robot değilim. Aslında onlar da robot değil. Onları bana robot gibi gösteren ve beni onlara sefil gösteren ayrıntı bütün ölümlülerin kalbini, vicdanını sızlatan şeyle aynı değil mi?

27 Eylül 2012 Perşembe

Sadece durup bekledim. Biraz etrafa bakındım. Konuşulanları dinledim. Dört defa gözlerime baktı birileri. Hç umursamadım bakışmaları. - Sustum. Suskunluğumla büyüyen bir belirsizlik hâliydim.

3 Temmuz 2012 Salı

Her şey karşılığı oldukça güzeldi.
Yanında olmak, sadık kalmak, ve
Diğer her şey, karşılığı oldukça

30 Haziran 2012 Cumartesi

Her şey bir kadından dilenmek kadar basit bu hayatta.
Ötesi berisi yok. Sadece basit.
Ve bu basitlik içinde bir ömür yüzdürürken insan, bir an da kendine gelir.
Sonra olduğu yerde duraksar, bir süre dalgalar üstünü aşar, geçer.
Daha sonra, nefesini tutarken, batar.
O, artık bir batıktır. Farkındalığı yaşadığından batıktır.
Zaman zaman bazı deliler, şâirler, satirler, sefih ve sefiller, onu ziyaret etmek ister.
Suyun bir yerinden dalarlar onun dünyasına. Yabancı bir yere.
Çünkü, gerçek dünya, kendini batıranındır.
O, dünyasını böyle elde etti.
Önceki basit felsefesi dilediği kadar dalgalarla getirsin eski dostlarını, her şey yabancıdır.
Başını kaldırıp hiçbirisine bakmaz.
Kendine yetebildiğini sanır. Bir yandan da, bilgelik taslar.
Bilgeliği öyle itici ve çekicidir ki, karşısına gelenler, sadece sussmasını bekler.
O sustuktan sonra, gerçekleri konuşmaya başlar:
Öncesi uzun bir yoldu ve altımda terin tuzu kavruluyordu.
Biliyorsun, hayat bazen ortak bir nokta sunar bazı insanlara.
İşte ben, o tüm sunuları yaşadım doyasıya. Ve usanç duyuyorum şimdi.
Arzularım tükendiler birbir. Hepsinin yerine insanî olmayan 'şeyler' yerleşti.
Biliyorsun, beni unutman, silmen gerek. Çünkü, o, ben değilim.

9 Haziran 2012 Cumartesi

İlk adım edebiyattır. Felsefe, düşünce sisteminin paradigmalarını genişleten bir araçtır. Bu yüzden, birçok sinir odağı, ilk adımı, yani emekle dönemini, felsefe olarak görür. Fakat, felsefeye şekil ve biçim kazandıran edebî üsluptur. Bu bağlamda felsefe, düşünsel güçtür. Ve bu gücün dinamosu edebiyattır. Örnekle: Uzay, karanlık, kara olmasaydı, şeffaf olurdu: Varlık kazandıran, edebiyattır.

25 Mayıs 2012 Cuma

24 Mayıs 2012 Perşembe

ÇENE

Geçen gün parka gittim. Oturdum bir masaya. Dört kişilik betonarme masa. Birkaç masa daha vardı ama doluydu. İki kadın geldi, birisi oturabilir miyiz dedi, tabii dedim. Beş dakika sonra masadan kalkarken anladım ki, iki kadının olduğu yerde durmayacaksın.

23 Mayıs 2012 Çarşamba

ARAF'IN BEKÇİSİ

Gözlerimi kapayınca içimden inanmak geliyor. Her şeye inanmak istiyorum. Katılmak istiyorum. Doğanın yüreğinden bir parçaya iman ediyorum. Günün tüm yorgunluğu sis bulutları gibi dağılıp gidiyor. Elimde bir tek "ben" kalıyorum. Onunla sevişiyorum. İsteklerini yerine getiriyorum. Meselâ, kendime sımsıkı sarılıyorum. Düşlerimle oynuyorum. Seviyorum kimsesiz karanlığımı... Gözlerimi tekrar açıncaya kadar.

İlk gördüğüm daima yansıma oluyor. Büyük yanılsama! Senden nefret ediyorum. İkinci ve diğer görüntüler beyin yollarıma ilişene kadar mutluluğun ve huzurun daimi olduğuna inanıyorum. Ve sonra, saatlerce, gece uyanıncaya dek, öldürmek istiyorum. En başta kendimi öldürmek istiyorum. Ve benliğimi sezgileriyle biçimlendiren her şeyi. Fakat gücüm sadece zamana yetiyor. Yaşadığım lahzaları öldürüyorum. Çalışmıyorum. Bakmıyorum. Görmüyorum. Duymuyorum. Sevmiyor, ve istemiyorum. Onları böyle böyle öldürüyorum. Çoktandır pis bir kâtilim. Biliyorum. Daha da öldüreceğimi ve içimde alevlenen bu isteği yenemeyeceğimi; ışıksızlığın ve sessizliğin cazibesinden kurtulamayacağımı biliyorum. Aksini istemiyorum da...

Düşünüyorum: Bana ne verebilir hayat? Tatmadığım pek bi' yanı kalmadı. Belki güzel kadınların diri ve canlı göğüslerinde saatler harcayabilir ve sevişmenin anlamını tekrar tekrar yitirebilirim. Yani bunu verebilir sadece hayat; giderek daha da anlamsız oluşunu tüm her şeyin. Bunu istemiyorum. Bir şeylerin hayallerimi süslemesi hoşuma gidiyor. Biliyorum, hiç olmayacaklar; dilediğim kadar özgür kalamayacağım; hırsla özleyeceğim bir dostum da olmayacak. Ve tüm bunlar da umurumda değil. Gerçekliğin kusturan renkleri karşısında, yalnız olmak ve bir hayal dünyasında yaşamak çok daha mantıklı değil mi? Bir defasında şöyle demiştim: 'Beş dakika durup düşünmek yerine, beş dakika içerisinde intihar etmek daha akıllıca bir iştir!' Bunu sadece fikirlerimle ne kadar örtüştüğünü tekrarlamak istediğimden yazdım.

Biraz sonra tekrar gözlerimi kapayacağım. Işıktan kaçacağım. Ve yarattıklarından. Işıksızken her şey daha bi' benziyor kendine. Yapmak istediklerine daha yatkın geliyor. Oysa, kara ışık, sarılınca varlığa, sımsıkı sarınca onu ve bir de gölge kondurunca ardına (ardı mı dedim; üstü, altı, önü, arkası, olmalı), yavaş yavaş gevşiyor cıvataların tümü; her an kulpundan tutup en uzak deliğe savurmak istiyorum güneşi, ayı, yakamozu...

Peki, ışıkla kendinden geçenleri derleyip zihnimde bir dünya kuran gözlerimi ne yapmalıyım? Aslına bakarsanız, tam da bu noktada Tanrının ne kadar komik olduğu bir defa daha ispatlanıyor: Ben onları daha az önce kapadım. Şunu iyi biliyorum ki, beni bin bir kılığa sokup çıkaran, bir şeyin her şey oluşuydu. Bu, öyle tuhaf bir şey ki, kesilmiş bir tırnak parçasından büsbütün bir canlı yaratmanın kesinliğini duvarlarına dayatarak insanın, solucanları için delikler açıyor birşeyler... Kutsal olan ne varsa, yemdir bu hayvanlara! Ve ben, yem oluşumun farkına vardıkça, gerçeklikten iğreniyorum. Bir yandan da gerçek olandan bu kadar tiksiniyor olmamdan nefret ediyorum: Bir başkası gibi olamıyorum. Kendim gibide...

19 Mayıs 2012 Cumartesi

...

hiç tatmadım eksikliğini, senin
boşluğunu, acını ve zaferini
bilmedim, bir sürgülü kapı gibi
neden kapandığını üstüme, hep.

sen, bir kitabın yorgun satırları
üstünden, altından, okunamayan...

18 Mayıs 2012 Cuma

VARLIĞIN ÖTESİNDE

Sanki ışıkla savaşıyorum yıllardır
Dört yanım ıssız, çorak, zifirî...
Gece, baskın verince hücreme
Sevmek istiyorum bi' dolu, sevmek;
Sırtımda taşıdığım hatıralar gibi
Bencil ve arzulu olmak istiyorum:
- Ve yalnızım... biliyorum, tutsağım.

Yüreğime şiir söyleyen zincirler ki
Özgür ve mutlu, sevimsiz ve asi;
Öyle sızarım ki içimin köşesine
Bir kadın boyun büker acıya
Bir adam çeker gider uzaklara
Nerede bulurum kaybımı, bilemem
Havasız kaldıkça burulurum da.

Yüreği kamçılayan, ey ıssız gece!
Yaşadıkça bi' güzel olurum yine de,
Anladıklarımı tadarım ekşi ekşi
Kâh dolar, kâh boşalırım aşkla
Bir ışık hüzmesi yanaşır saçlarıma
Bir çiğdem düşer yanaklarıma
Yaşamak derim; - Varlığın ötesinde.

21:25 / 18 Mayıs 2012 / H.İ.Y.

15 Mayıs 2012 Salı

Milena

Sen ki dövülmüş çelik parçası
Nereye değsen, yarım kalır!
Ey gündelik umutların anası:
- Her yarım, bir umman yaratır!

Sessiz yılların aydınlık yıldızları
İpek saçlarını dolarken geceye,
Yaşattığın aşkın, büyülü varlığı
Kan verir tanrısal meleklere!

Huylu ellerinle, ezanın ardından
Yüreği şehvetle yıkayan serap,
Boğumlu kıvrımlarında gezinen
Aşkın, ateşli gözlerinde mehtap?

Sen ki kokunu verirken bahara
Kirsiz tenini sürersin her sabah!
Ruhun dalıyor sancılı rüyalara:
Ey kadın! - Arzuların ne ferah?

16:20 / 15 Mayıs 2012 / H.İ.Y.

4 Mayıs 2012 Cuma

YAŞATTIKLARIMIZ


Kimine göre çoğuluz, sevdalıyız
Tutanımız çok, sevenimiz, vuranımız;
Kimine göre yalnızız, tutsağız
Ezamız çok, ayrılığımız, ölümlerimiz;
Belki, her şeye göre ağırlığız
Yıllarca taşınması gereken, huzursuz
Hep büyüyen, ağırlaşan bir yük gibi.
Gerçekte ne olduğumuz, neye benzediğimiz
Kimin umurunda; yaşattıklarımız hariç?
Her şeyin ayrı ayrı yaşayabilmesinin
Kendine dair yerler bulabilmesinin
Yaşamın değil; canlılık belirtisinin
Sadece onun umurundayız, çok yazık!
Ki, yüzümüzde ışıklar varken büyürüz
Büyür ve sığamayız gölgemizin içine
Kimin umurunda bu; yaşattıklarımız hariç
Beğenmez, istemez, sevmez, gideriz
- Yol çeker ruhumuz, bomboş yol!

01 Mayıs 2012 - 22.35 - H.İ.Y.

28 Nisan 2012 Cumartesi

NASIL UYURSAN ÖYLE UYANIRSIN

Ey insan, sende ışıkların sözlerini duyuyorum. Varlık kaynağından uzaklaştıkça yiten, kaybolan değerler silsilesi seziyorum adımlarında. Sen, karşımda durup inançlarımı sorgulamak istersin. Yordamını benimsetmek istersin. Fırsatın olsa, koşarsın; çırılçıplak, nereye varacağını bilmeden koşarsın kendine doğru. 

Kendini kuytu bir köşede bulabilirsin ancak. O, hiç dizginleyemediğin saçların mı dersin; ya da dokunsunlar istediğin gözyaşların mı dersin, her şeyi ünsüz ve buruk bulursun ancak... Buldukların, buluş biçimlerinle yaşamaya başlar. Rotatiflerin aksine, hayat tekdüze sürdürür varlığını. Sırf bu yüzden, tüm ideallerine rağmen, sen, nasıl uyursan, öyle uyanırsın kendi içinde.

Gerçeği kovalarsın. Gerçek kimine göre inanmaktır. Kimine göre sevmektir. Kimine göre acıdır. Kimine göre ayrılıktır. Kimine göre ölümdür. Hangisi daha yakındır yaşadıklarına? Hem inanır, inandırırsın; hem sever, sevdirirsin; hem acı çeker, çektirirsin; hem ayrılır, ayırırsın; hem ölür, öldürürsün: Kendi gerçeğini hangi aynadan görebilirsin, bir düşün?

Ey insan, ellerin asırlardır kanlı, yorgun, ve terli. Kaç tanrı şekillendirdi. Kaç defa kendini bozdu-onardı. Tüm bunların sayısı belli değil. Peşinde olduğun aslında gerçek değil; benliğin de değil: Sen, bilmek istiyorsun. Zamanı bir bütün olarak yutkunmak istiyorsun. Öncesizlik ve sonrasızlık istiyorsun. Bunun adı ölüm değil. Bunun adı hiçlik değil. Bu, yaşatmak. Yaşatmak istiyorsun. En kusursuz biçimde, hakkını vererek yaşatmak istiyorsun, yaşadıklarını anlamlandırmak için.

21.00 / 28 Nisan 2012 / H.İ.Y.

27 Nisan 2012 Cuma

GERÇEK ŞU Kİ

Beş dakika durup düşünmek yerine, beş dakika içinde intihar etmek daha mantıklı değil mi çoğu zaman?

ÇIKMAZ SOKAK

Sustum. Sadece sustum. Dilime neler neler geldi; biri bana söylese kesin katil olurdum. Ama sustum. O zaman ben, birinin leşi olacak kadar kıymetli değilim... Biliyorum. Hani zehirli sarmaşıklar vardır. Çevresine yayılır; en olmadık yerleri işgal eder... İşte ben, öyle bir şeyim varlık açısından: - Acının yüreğinde yaşıyorum.

Kendimi buluşlarımı seviyorum. O vakitler daha katı, daha cani, daha duyarsız olmamam için hiçbir neden kalmıyor. Ben sustum. Sadece sustum. Dilimin ucuna gelenleri kılıç darbeleriyle döktüm dişlerimin kovuklarına. Kendimden haberim vardı ki, korumam lâzımdı birilerini. O, doymayan, unutmayan birilerini. Üstüme düşeni yaptım. Yüreğimin, zihnimin çeperine tuğladan duvarlar ördüm. Her tuğlanın altında bir şeylerimi bıraktım. Sonunda, büsbütün bir duvarın gölgesini aldım önüme: - Göremedim, anlayamadım, anlatamadım!


TAMAMSIZ

Bırak git diyor içimden bir şey
Bir başka şey, yine içimden
En içimden, ağır ağır bakışlarla
'Kal' diyor, sonuna kadar kal...
Ah, gecenin gölgesiz acıları
Üstümde yılların unutkanlığı
Sevmek istiyorum biraz da olsa
Sevmek; yani, yaşamak, yaşamak...

28 Nisan 2012 / 01.42 / H.İ.Y.

20 Nisan 2012 Cuma

BAŞIM DÖNÜYOR MUTLULUKTAN

Öyle...
Benim için bir çocuğumun olması
Yaşayacak bir fikirdir dünyada.
Ama bu fikri boğacak mıyım
Sürecek miyim bilmiyorum.
Bak! Onu,
Neden istemeyecekmişim?
- Sevmeyeceksin!
Yok yok..
O benim fikrim değil mi hiç?
- Değil, değil!
Ey Onu filizlendiren!
Başım dönüyor mutluluktan.

02.45 / 21 NİSAN 2012 / H.İ.Y.


19 Nisan 2012 Perşembe

YARINKİ KUZGUN

Yarın,
Güleceğim, huzur ekeceğim
Bütün topraklarına gökyüzünün.
Yarın, konuşacağım bir daha
Söz vereceğim, yemin edeceğim;
Ve bir Kuzgun doğacak.
Haberci Kuzgun,
Usta gölgelerin üstünde, usulca
Kendini toplayacak çukurlardan.
Yarın,
Çöl filizi çapaklarını okşarken
Yakasını bırakmayacak güneşin.
Yarın, hem ısrarcı, hem bıkkın
Şahlanışı altından geçerken
Soluğunda bulacak kendini Kuzgun.
Haberci Kuzgun,
Miğferi altından gülümseyecek
Tekrar tekrar yazılan mektuplara.
Yarın,
Her hücresi çökertilmiş halde
O diyecek: "Ey umudun silâhı, ölüm!"
Yarın, akşam olsun diye
Işıkların damağı kurusun diye
Daracık tünellerden geçecek Kuzgun.
Haberci Kuzgun,
Avı kayıp bir kaplanın kuşkusunu
Düşlenip taşıyacak öteki yuvasına.


01:25 / 20 Nisan 2012 / H.İ.Y.

17 Nisan 2012 Salı

...

Ey gümüş esintiler! Sabahın şövalyeleri
İncecik kıvrımlarınızla nasıl da güzelsiniz;
Siz, kılıçla terbiye edilmiş ikiz bebekleri
Ümitsizliğin dizlerinde sallarken inançsız?

Yinede, uykunun ağır ve koyu demleri
Yuvarladıkça yüreği, şeytanî bir iksirle
Göğün edasından süzülen sessiz ilişki
Yegâne sığınaktır vicdanı kaybedenlere.


14 Nisan 2012 Cumartesi

Kendi İçin Gelen

Birde bakarsın ki en olmadık vakitte kapını çalıyor biri. Gider açarsın her zaman ki halinle. Fakat karşında bir insan görmeyi umuşunun tamamı kırılır gider. Çünkü karşında sadece bir cisim vardır. Kendisi için yaşayan; kendisi için gelen; kendisi için kapını tıklatan, bir cisim. Sadece cisim:- Et ve kanla mayalanmış. İçeri alırsın. Girer kapıdan. Girerken, kapıyı inceleyip girer. Ayakkabılarını çıkartmadan girer, paltosunu indirmeden geçer içeri bir yere. Onu bir yere buyurmanı beklemez. Gider, bildiği gibi oturur bir köşeye. Kâh en köhne köşe olsun, kâh baş köşe olsun fark etmez. Onun olduğu yere gidersin. O konuşur, bir şeyler söyler. Sen de konuşursun, yanıtlarsın, devam ettirmek istersin. Ama "Orada dur!" der. "Hiç kımıldama. Şunları şunları istemiyorum. Hoşuma gitmiyor. Sen, kendin için değil, benim için konuş!" der. Umursamazsın kendini. Kâbul edersin buyrulanı.

Yüzünde tatsız bir tebessüm vardır. Huzursuzdur. Ne söylesen, ne yapsan, tüm mimiklerin şikâyetçi olur durumundan. Nedamet can yakıcı silâhlarıyla saldırır yüreğine, ve dahasına... Sen kapıya koşarken, gücünü, buluşmak isteğinden alıyordun. Bir insan görmeyi umuyordun. Anlayabilen, dinleyebilen... sevebilen... Göremedin. Karşına bir cisim çıktı. Onu kâbul ettin. Çünkü nasıl geri çevirebilirdin ki? Komik olma lütfen. Bu suali dile getirmekten bile utanırdın. En basit haliyle karşında bir Tanrıydı o, ve sen çaresiz kucak açmıştın belirsizliğe. Şimdi kalkıp gitmek istersin. Her şeyi ona terk etmek istersin. Madem ki geldi, madem ki kapıyı açtın, içeri aldın, yemin ettin, söz verdin, sırf bu yüzden gitmek istersin. Ama dur orada! Gidemezsin. Utanırsın bir yandan... Utancını belli edemezsin. Diken üstünde kalırsın. Bir bulut olsan, karışacak fırtına bulamazsın. Bir damla su olsan, akacak toprak lâğım bulamazsın. Kalırsın öyle. Kendinle kalırsın. En fena olan budur ya, insanın kendiyle kalması... İşte en fena olanı yaşarsın. Kendini yenemezsin bir türlü. Gözlerinde kasırgalar, cinnet saatleri, yakıp yıkmalar vardır. İlk heyecandan eser yoktur. Her şeyi batar en edalı biçimde. Yalanlara göz yumarsın. Her şey için içinden bir 'ben' feda edersin. O bunları bilmez. Bilse de anlamaz, umursamaz. Senin içinden yanışını yargılarla söndürmeye çalışır.


Midende incecik bir kasılma dolaşıp durur. Konuşamazsın. Kelimeler kaçar senden. Tüm haşmetiyle karşında durur. Duvarlarını tırmalar. Tırnakları üstünde kalır. Yarı kanlı, yarı irinli; etleri çevresinde leş yiyiciler dolaşan ve sülüklerin iştahını kabartan tırnaklar: Sırtındadır. Taşırsın onları. Her adımda bir kat daha cila vurursun üstüne, o sessizce saçmalayan erdemin. Fakat konuşamazsın yinede. Çünkü susmak her şeyindir: Susturulmuş olmanın tadına varmaktan ziyade.

13 Nisan 2012 Cuma

Öyle...

Sizi dünyaya getirirler ve yönetmek isterler.
Ne mutlu yönetilemeyenlere...

Gece Vardiyası

Sıkılarak uyandım. Saat 02.30 civarı.
Bu saatte uyanınca
bir başka tuhaflık çöküyor insanın üstüne.
Yalnızlığı izliyorsun usulca...
Her şey kendinden uzakta, bir yerde
tüy değse tenine kırılacak gibisin.
Vakti bu susku içinde geçirdim.
Saat geldi 05.12'ye dayandı. Ezan okudu müezzin.
Gerçek insanlar uyandılar,
gece şarkı söylemeye başladı horozların diliyle.
Ben, sıkılmaya devam ediyorum.
Yazdıkça ferahladığımı zannettim hep.
Şimdi de öyle oluyor biraz biraz.
Kafamdaki bir şeyler yer değiştiriyor,
sanki daha inançlı bakıyorum dünyaya.
Bu vakitte sadece benimle bitmez hayat
sadece susku ve yalnızlık ve sıkıntıyla bitmez.
Yorgun eller, çınlayan kulaklar, mahmur gözler
yeniden doğmaya gebe zihinler...
Hepsinden biraz biraz alıyorum hüznümü;
hepsini biraz da ben doğuruyorum şuracıkta
tüm saniyeleri esnettikçe kuşkularım.

05.31 / 14 Nisan 2012 / H.İ.Y.