25 Mayıs 2012 Cuma

24 Mayıs 2012 Perşembe

ÇENE

Geçen gün parka gittim. Oturdum bir masaya. Dört kişilik betonarme masa. Birkaç masa daha vardı ama doluydu. İki kadın geldi, birisi oturabilir miyiz dedi, tabii dedim. Beş dakika sonra masadan kalkarken anladım ki, iki kadının olduğu yerde durmayacaksın.

23 Mayıs 2012 Çarşamba

ARAF'IN BEKÇİSİ

Gözlerimi kapayınca içimden inanmak geliyor. Her şeye inanmak istiyorum. Katılmak istiyorum. Doğanın yüreğinden bir parçaya iman ediyorum. Günün tüm yorgunluğu sis bulutları gibi dağılıp gidiyor. Elimde bir tek "ben" kalıyorum. Onunla sevişiyorum. İsteklerini yerine getiriyorum. Meselâ, kendime sımsıkı sarılıyorum. Düşlerimle oynuyorum. Seviyorum kimsesiz karanlığımı... Gözlerimi tekrar açıncaya kadar.

İlk gördüğüm daima yansıma oluyor. Büyük yanılsama! Senden nefret ediyorum. İkinci ve diğer görüntüler beyin yollarıma ilişene kadar mutluluğun ve huzurun daimi olduğuna inanıyorum. Ve sonra, saatlerce, gece uyanıncaya dek, öldürmek istiyorum. En başta kendimi öldürmek istiyorum. Ve benliğimi sezgileriyle biçimlendiren her şeyi. Fakat gücüm sadece zamana yetiyor. Yaşadığım lahzaları öldürüyorum. Çalışmıyorum. Bakmıyorum. Görmüyorum. Duymuyorum. Sevmiyor, ve istemiyorum. Onları böyle böyle öldürüyorum. Çoktandır pis bir kâtilim. Biliyorum. Daha da öldüreceğimi ve içimde alevlenen bu isteği yenemeyeceğimi; ışıksızlığın ve sessizliğin cazibesinden kurtulamayacağımı biliyorum. Aksini istemiyorum da...

Düşünüyorum: Bana ne verebilir hayat? Tatmadığım pek bi' yanı kalmadı. Belki güzel kadınların diri ve canlı göğüslerinde saatler harcayabilir ve sevişmenin anlamını tekrar tekrar yitirebilirim. Yani bunu verebilir sadece hayat; giderek daha da anlamsız oluşunu tüm her şeyin. Bunu istemiyorum. Bir şeylerin hayallerimi süslemesi hoşuma gidiyor. Biliyorum, hiç olmayacaklar; dilediğim kadar özgür kalamayacağım; hırsla özleyeceğim bir dostum da olmayacak. Ve tüm bunlar da umurumda değil. Gerçekliğin kusturan renkleri karşısında, yalnız olmak ve bir hayal dünyasında yaşamak çok daha mantıklı değil mi? Bir defasında şöyle demiştim: 'Beş dakika durup düşünmek yerine, beş dakika içerisinde intihar etmek daha akıllıca bir iştir!' Bunu sadece fikirlerimle ne kadar örtüştüğünü tekrarlamak istediğimden yazdım.

Biraz sonra tekrar gözlerimi kapayacağım. Işıktan kaçacağım. Ve yarattıklarından. Işıksızken her şey daha bi' benziyor kendine. Yapmak istediklerine daha yatkın geliyor. Oysa, kara ışık, sarılınca varlığa, sımsıkı sarınca onu ve bir de gölge kondurunca ardına (ardı mı dedim; üstü, altı, önü, arkası, olmalı), yavaş yavaş gevşiyor cıvataların tümü; her an kulpundan tutup en uzak deliğe savurmak istiyorum güneşi, ayı, yakamozu...

Peki, ışıkla kendinden geçenleri derleyip zihnimde bir dünya kuran gözlerimi ne yapmalıyım? Aslına bakarsanız, tam da bu noktada Tanrının ne kadar komik olduğu bir defa daha ispatlanıyor: Ben onları daha az önce kapadım. Şunu iyi biliyorum ki, beni bin bir kılığa sokup çıkaran, bir şeyin her şey oluşuydu. Bu, öyle tuhaf bir şey ki, kesilmiş bir tırnak parçasından büsbütün bir canlı yaratmanın kesinliğini duvarlarına dayatarak insanın, solucanları için delikler açıyor birşeyler... Kutsal olan ne varsa, yemdir bu hayvanlara! Ve ben, yem oluşumun farkına vardıkça, gerçeklikten iğreniyorum. Bir yandan da gerçek olandan bu kadar tiksiniyor olmamdan nefret ediyorum: Bir başkası gibi olamıyorum. Kendim gibide...

19 Mayıs 2012 Cumartesi

...

hiç tatmadım eksikliğini, senin
boşluğunu, acını ve zaferini
bilmedim, bir sürgülü kapı gibi
neden kapandığını üstüme, hep.

sen, bir kitabın yorgun satırları
üstünden, altından, okunamayan...

18 Mayıs 2012 Cuma

VARLIĞIN ÖTESİNDE

Sanki ışıkla savaşıyorum yıllardır
Dört yanım ıssız, çorak, zifirî...
Gece, baskın verince hücreme
Sevmek istiyorum bi' dolu, sevmek;
Sırtımda taşıdığım hatıralar gibi
Bencil ve arzulu olmak istiyorum:
- Ve yalnızım... biliyorum, tutsağım.

Yüreğime şiir söyleyen zincirler ki
Özgür ve mutlu, sevimsiz ve asi;
Öyle sızarım ki içimin köşesine
Bir kadın boyun büker acıya
Bir adam çeker gider uzaklara
Nerede bulurum kaybımı, bilemem
Havasız kaldıkça burulurum da.

Yüreği kamçılayan, ey ıssız gece!
Yaşadıkça bi' güzel olurum yine de,
Anladıklarımı tadarım ekşi ekşi
Kâh dolar, kâh boşalırım aşkla
Bir ışık hüzmesi yanaşır saçlarıma
Bir çiğdem düşer yanaklarıma
Yaşamak derim; - Varlığın ötesinde.

21:25 / 18 Mayıs 2012 / H.İ.Y.

15 Mayıs 2012 Salı

Milena

Sen ki dövülmüş çelik parçası
Nereye değsen, yarım kalır!
Ey gündelik umutların anası:
- Her yarım, bir umman yaratır!

Sessiz yılların aydınlık yıldızları
İpek saçlarını dolarken geceye,
Yaşattığın aşkın, büyülü varlığı
Kan verir tanrısal meleklere!

Huylu ellerinle, ezanın ardından
Yüreği şehvetle yıkayan serap,
Boğumlu kıvrımlarında gezinen
Aşkın, ateşli gözlerinde mehtap?

Sen ki kokunu verirken bahara
Kirsiz tenini sürersin her sabah!
Ruhun dalıyor sancılı rüyalara:
Ey kadın! - Arzuların ne ferah?

16:20 / 15 Mayıs 2012 / H.İ.Y.

4 Mayıs 2012 Cuma

YAŞATTIKLARIMIZ


Kimine göre çoğuluz, sevdalıyız
Tutanımız çok, sevenimiz, vuranımız;
Kimine göre yalnızız, tutsağız
Ezamız çok, ayrılığımız, ölümlerimiz;
Belki, her şeye göre ağırlığız
Yıllarca taşınması gereken, huzursuz
Hep büyüyen, ağırlaşan bir yük gibi.
Gerçekte ne olduğumuz, neye benzediğimiz
Kimin umurunda; yaşattıklarımız hariç?
Her şeyin ayrı ayrı yaşayabilmesinin
Kendine dair yerler bulabilmesinin
Yaşamın değil; canlılık belirtisinin
Sadece onun umurundayız, çok yazık!
Ki, yüzümüzde ışıklar varken büyürüz
Büyür ve sığamayız gölgemizin içine
Kimin umurunda bu; yaşattıklarımız hariç
Beğenmez, istemez, sevmez, gideriz
- Yol çeker ruhumuz, bomboş yol!

01 Mayıs 2012 - 22.35 - H.İ.Y.