31 Ekim 2012 Çarşamba

ORTADAKİ GÖRÜNMEZ

Bu gün, 31 Ekim 2012
     Sabah kalktım, erkenden. Giyindim, kravatımı bağladım, ceketimi giydim, aynaya bakıp saçlarımı elimle düzelttim, kahvaltı edip dışarı çıktım. Asansörün aynasından kendime baktım. Aslında yakışıklıyım dedim fakat, içimde alevlenen boşluğun sahibi işsizlik... bütün güzelliğin içini boşalttı ve ellerimden kayıp gitti kendime olan inancım.
     Ben, inançsız da yaşarım dedim kendi kendime. Yaşarım da, ne olacak ki, güzelliğime inanmasam yani, ne kaybolur vücudumdan, ne çoğalır ceplerimde... hiç! Aslında inanıp inanmamam koca bir hiçlikle bağlantılı. Bunu anladım, kavradım. Tüm mesele, her sabah tatlı uykusundan uyanıp işine giden binlerce insanla yaşamak bahsinde aramda nasıl bir fark olduğuydu. Bunu da anladım, kavradım. Bende eksik olan, inanmak ya da inanmamak değildi; işte şu an düşünüyorum ve yazıyorum: Eksiğim yok, sadece usanç fazlam var. Her şeyden çok yorgunum. Çalışmaktan, işten, güçten, ya da en basit ifadeyle yaşamaktan, umut etmekten, gelecek için temeller atmaktan, atmayı istemekten, çok...
     Keşke diğer insanlar gibi hâlâ süprizlere, dostluğa, yaşamaya, yetinmeye, iman etmeye, aşka, sevgiye, değer verebiliyor olsaydım. Olduğum yerden memnun değilim bu yüzden. Bu memnuniyetsizliğimden de memnun değilim. Hani, nereye gitsem, ne yapmak istesem, durup bir sigara yaksam, oturup bir yerde iki mısra bir şey karalayacak olsam, düşünebilme hâlimden, fikirlerimden, görüş açılarımdan, değerlerim ve değerlendirmelerimden, bütün kalıplarımdan, usanmışım. Keşke, diğer insanlar gibi olsaydım... keşke, gördüğüm, işittiğim her şey bir karikatür gibi görünmeseydi gözüme. Örneğin, bir insan bana bir şeyler söylüyor, o konuşurken yüzüne bakıyorum, söylediklerindeki farkındalığı yaşıyorum, öyle boş ve faydasız ki, karşımda bir robot var yalnızca... bir şeylere endekslenmiş, bir şeylerin varlığı ile kendinden geçmiş, bir şeylere köle, mecbur olan robotlar var karşımda...
     Peki, ben neyim bu robotlara göre? Onlar beni nasıl görüyorlar? Onların azmi, yaşamın cilvesiyle doluluğu, sefih duruşları, en düz biçimde inanışları, beni nasıl görmelerini sağlıyor?... beni, hayatın ciddiyeti altında ezilen kişiyi, hiçliğin doruklarında yüzen meczubu, bir mektep talebesi gibi her ortamda sıkılan ve sakızımsı muhabbetlerle gerilen kimseyi, nasıl görüyorlar? 
     Oysa bilseler! Ah! Bir bilseler, görseler, bir fırsatım olsa, içimde, gizli-saklı ne kadar çok, ne kadar çok heyecan var... Bunu biliyorum, çünkü ben bir robot değilim. Aslında onlar da robot değil. Onları bana robot gibi gösteren ve beni onlara sefil gösteren ayrıntı bütün ölümlülerin kalbini, vicdanını sızlatan şeyle aynı değil mi?