10 Nisan 2013 Çarşamba

Bilinmeyen

Yine, zamanın duygular üzerindeki muazzam ürpertisi ışığında telaşla, kuşkuyla bakıyorum etrafıma. Yanılmak, yanlış ya da hata yapmak bir yere kadar dayanılabiliyor. Önce gözlerime daha sonra beyin yollarıma dolan ışığın getirdiklerini anlamakta çoğu zaman güçlük çekmesem bile, sıradan bir akla sahip olduğumu itiraf edebilecek kadar sıradışı biri olmayı, alt anlamların gizem bilmelerini tanıdıkça ve sezdikçe kabul edebiliyorum.

Nitekim zihnimin ışıltıları üstüne karanlıklar çöktükçe kendime geliyorum. Ruhuma bulaşan bir leke var. Okyanusun tüm suyu ile yıkansa bile temizlenemeyecek bir leke bu. İnsanı umut etmekten uzaklaştıran, şaşırtan ve nedensiz heyecanların tutsağı kılan... bir savaş aracı. Hayatın savaş aracı. Ölümden daha koyu bakışlara sahip. Kendi bakışları değil, mesela benim içimden gelen bakışlar, herkesin, her şeyin içinden gelen bakışlar, hepsi birleşince ortaya bir canavar çıkıveriyor: İnsanın taa kendisi.

11 Mart 2013 Pazartesi

..

Yeni bir yüzle, yeni bir haftaya adım attım. Sabah erkenden uyandım. Akşam erken yattığımdan falan değil, sabahın aşkıyla durulanmayı sevdiğimden oldu bu. Şimdi iş yerindeyim ve bütün yüzlerde aynı duruluk hüküm sürüyor. Herkes bir çeşit keşkiyle bakıyor birbirine.

5 Şubat 2013 Salı

BIÇKIN

Bir gündüz, bir gece çakılıyor ki
Acının boşluğu yüreğe mıh gibi
Işıksız bir odayız sanki, sedasız
Kendimize ağır ağır dönüyoruz.

Sözün ve sevginin yücelten tesiri
Nasıl büyülerse büsbütün âlemi
Hatıralar, kitap arası papatyalar
Zihni çok eskilere öyle hapseder.

4 Şubat 2013 Pazartesi

Biraz susup dinledikten sonra olanlara birliktelik içinde söz vermem gerektiğini düşündüm. Bu birlikteliği oluşturabilmek için bir senfoni orkestrasından feyz aldım. Etrafımda duran her şeyin direktiflerime riayet etmesi ve direktiflerimi istediğim mânâlarda verebilmem için dışarı çıkıp bir engerek yılanı yakaladım. Kafasını sıktıkça tıslıyordu, tam istediğim gibi hırçınlığı sayesinde kafamdan geçen ve yine kafamda oluşturduğum notalara uyum sağlıyordu.
Şimdi beklemek için yaratılmış gibiyim. Sıkılgan, biraz çürük ve bozuk, olduğum yer duruyorum.

19 Ocak 2013 Cumartesi

NEDAMET

O yaşlı yabancı, yine yaklaştı yanıma
ardında sürüyerek uzun kara saçlarını.
Kendisine sormak isterdim inanın
nasıl böyle güzel, ve duru kalmıştı kalbi?

Öyle benden bir ses yaklaştı ki yalpalayıp
yanıma doğru değindi sıvayıp kollarını:
Oysa sarılmak isterdi düşüncemin ip uçları
onun giderek uzayan, uzayan gözlerine.

Etrafımda gezindi biraz, biraz beyazladı
Hiç korkmadım sonra. İçimde bir bıçak
ve, bir bebek yaratarak savruk ağrılarla
sevdim hürmet gösteren akıl kıvrımlarımı.

14.00 19.01.2013

15 Ocak 2013 Salı

CESARET

Hayatta gururdan sonra gelen çok durum vardır. Neden durum diyorum, çünkü nefsin ve beynin tüm algı halleri, birbirleri ile her ne kadar ilişkili olsalar ve daimilik açısından basamak teşkil etseler de, bir bukelemun gibi anlam, sonuç, farkındalık değiştirme yetenekleri sürekli saklı bir haktır kendilerine.

Bu durumlardan birisi de cesarettir. Cesaret, diğer bütün insani durumları kontrol edebilen bir etken sayılabilir. Bir insan cesaretli olmazsa bile çok büyük işler başarır; ki bazen cesaret kötülükten ve kötü şanstan başkasını kapı önüne getirmez. Cesaret ile gurur arasındaki en büyük etkenlerden birisi, yenebilmek meselesi. Sizin, gururunuz neresinde olduğunuz ve bu mutlaklığı söz konusu olmayan veya hep mutlak olan statünüzü nasıl kullandığınızın en önemli açıklaması cesaret tarafından yapılabilir. Zira, hayat içinde basitlik en mühim etken olarak karşımızdadır her zaman. Bir şey basit ise, hem anlaşılabilir, hem alınabilir, hemde yontulabilirdir. Evet, cesarette basittir. Bazı insanlar bir şeyler gösterebilmek için karşınızda dururlar, yaratılarını gösterirler ama herhangi bir yetkin cesaretleri söz konusu olmadığından, -ki, bu yetkinliğin var olmaması gururun daha ağır bamasından ileri geliyordur,- kendilerini gösteremez ve içlerinde dönen dünyaların basınçları altında ezilip yaptıkları işin en iyisi olmaktan giderek uzaklaşırlar. Açıkça görülebiliyor mu, çok basit bir durumun gurur sayesinde ne kadar ezildiğini ve çıkmaza sürüklendiği?



8 Ocak 2013 Salı

İNSANLAR / ÇEVRESİNDEN TAŞANLAR

Geniş bir çerçeveden bakacak olursanız, en yalın haliyle bir insanın bütün becerileri, bellek toplamı, çevresi sayesindedir. Fakat, çok önemli bir noktayı atlamak bu hususa gölge düşüreceğinden, kapsamlı bir deneme için söylememiz gereken diğer bir 'saye' şu olur; insanoğlu ekseriyetle çevresi ile yetinmez ve aşabildiği kadar dağ, tepe aşarak kendini mükemmelliyetçiliğin merkezinde bulur: O, bilgi ve deneyim konusunda sınır tanımadığı gibi ustaca çevresinden taşmak ister. Bazıları vardır, çevresinden taşar, bazıları ise çevresiyle sınırlı kalır, ve bazıları da çevresini kendinden taşırır. Bu kişilik özellikleri içinde ne korkulası olanı çevresinden taşanlardır. Bir insan doğar, büyür, öğrenir, yorumlar, yapar, bozar, sonrasında vefat eder. Söz konusu korkulası durumun temeli, kişinin gelişim ve büyüme hırsıyla beğeni duygularının yozlaşmasından, hakir görmeye meyilli olmasından gelir.

Doğa her insan için hemen hemen eşit şartlar sunar. Bu şartların eşitliği, yaşam arzusu açısından önemli olmalarından ötürüdür. Bazıları için elbette çevresel destekli özel durumlar söz konusudur. Ama bütün binaların temeli özünde aynıdır.

7 Ocak 2013 Pazartesi

İNSANLAR...

İnsanlar... nasıldırlar ki? Şöyle ifade edeyim en azından bir ön bilgi olması açısından.. İnsan dediğimiz yaratık, düşünebilir, konuşabilir, başarabilir, yapabilir, çoğu zaman da bütün her şeyin içine edebilir en zaafsız biçimde.  İnsan ırkına has özelliklerden birisi de şerefsizliktir. Örneğin, her şeyin en iyisini kendine layık görürken, ve gerek kazancı, gerekse diğer durumları yerindeyken, yine de yalancılığa ve dolandırıcılığa başvururlar. Bu durum aslında onların karekteri ya da hamurlarına işlenmiş bir kötü hal değildir. Daha çok doyumsuzluk ve eziklik hissiyatının bir getirisi olarak karşılarında durmaktadır.

Açıkçası şunu söylemek istiyorum... yeryüzünde bu kadar komprador, bu kadar ezik, bu kadar faşist ve bu kadar hak yiyen aciz insan kendine insanlık sıfatını yakıştırıyorsa ve birçok hususta en şaşırtıcı biçimde başarılı olabiliyorsa ki bu şaşırtıcılık başkalarının elleriyle şekillenir hep, o zaman ben insanlık sıfatından dünyalar kadar uzak olduğumu beyan eder ve bu durumla gurur duyarım.

Nedir ki bir hakkı gasp etmek, bile bile gözünü yaslandırıp görmezden gelmek? Bu ancak insan ırkına has bir özellik... İnsanlar böyledirler; hak yerler, yeraltının en karanlık ve en korkulası mahlukatları onların kalbinde dolaşır durur. Öyle pis yaratıklar vardır ki yeraltında, ne kimse görmüştür ne de isimlendirilmişlerdir... Keza bu mahlukatlar ah! bir görseler insan ırkının kalbinin ya da beyninin içinde dolaşan diğer yaratıkları... bu noktadan sonra onların ne derece bir korku kapanı içine gireceklerini yazmama gerek yok zira.

Çelişki ve şüphe insanoğlu için düşünsel durumların temelini oluşturur. Çelişki ve şüphenin kendi başlarına becerileri ve faydaları insanoğlunun yapıp, yapabileceklerinin çok fazla üstünde olduğundan şüphe duymak yersiz. Zira bu iki gelişim aracının insan ırkının elinde nasıl bir araca dönüştüğünü ya da şöyle diyelim, nasıl bir silaha dönüştüğünü ancak ona yaklaştıkça anlayabilirsiniz. Çelişki ve şüphenin insan ırkı için silah olması şuradan gelir: Yalan, en hızlı ve en delici ve en büyük mermidir!

Onların her şeyi aslında yalandır. Görünen yüzleri altında kaynaşan magmalar, cehennem zebanileri arasında geçen savaşmalar, bunların hepsi onun ardında olan, olağan şeylerdir. Pencereyi aralarsanız biraz, yahut perdeyiz azıcık, çok değil, azıcık çekerseniz hemen parlayacaktır kör edici, kötülük ışıkları gözlerinize doğru. Onlar, hiç çekinmeden ve şüphe etmeden ve çelişki duymadan bu silahı kullanırlar ve mermilerini bir çeşit merhamet ve olumlulama beyanatları ile kalbinize sıkarlar.

Aslında onlar hiç suçlu değildir bir taraftan... -bazılarına göre!- tüm suçlu kalbinizdir, tüm suçlu beyninizdir, çünkü yeteri kadar yalana ve riyaya alışkın değildir.